Sömürgecilerin Kurbanı Yerliler
Yeni Dünya’yı keşfeden Avrupalı denizciler kendilerinden çok farklı olan insanlarla karşılaşmışlardı. Karşdaştıklan insanların masal kahramanları olduğunu, hatta onların hayvanlara daha yakın yaratıklar olduklarını düşünmüşlerdi. Daha sonra bu cennet veya cehennem sahneleri, vahşi veya yamyam gibi ırkçı peşin hükümler, dinin etkisiyle ırk ayrımı düşüncesini güçlendirmişti. Katolik misyonerler, Kızılderililer’in geleneklerinin “gevşek” olduğunu ilan ederken, Protestan vaizler ise onların yaşayış şeklinin, ilk günaha varıncaya kadar insanları günaha sürükleyen bir ahlak bozukluğunun kanıtı olduğunu düşünüyorlardı. Yerli hem kaygı verici öbür adam, hem aşağılık yaratık, hem de düşman oluyordu. Sömürgeciler, yerliler tarafından iyi niyetli bir merakla karşılanırken, sömürgeliler bu garip kabilelerden çekmiyorlardı. Ateş ve barutun yardımıyla topraklarını genişletiyorlardı, yerliler de kendilerini koruyor ve ayaklanıyorlardı. Virginia’da 1622 yılında Powhatanlar’la savaştılar. 1675 yılında ‘Kral Philip” Metacom Wanpanoagslar’ı Püritenler’le çarpıştı. Bundan daha vahim olanı Avrupalıların kendi aralarındaki anlaşmazlıklara, menfaat çatışmalarına Kızılderililer’i de alet etmeleriydi. Hollandalıların kürk ticaretinin kontrolünü ellerinde tutabilmek için silahlandırdığı İrokualar, 18. yüzyılda tek başına Fransızlar’a ve İngilizler’e karşı çıkmadan önce Fransızlar’ın müttefiki olan Huronlar’ı kırıp geçirmişlerdi. Avrupa’da Yedi Yıl Savaşları sürerken her iki gücün müttefikleri olan yerliler kendileri için bir felakete sebep olacak bir girişimde bulunup savaş haline geçmişlerdi.
Yok Olmuş Bir Uygarlık
Bugün Kanada’da ve Birleşik Devletler’de kendilerine o topraklarda yaşayan “İlk halklar” olmanın verdiği haklan elde edebilmek için mücadele eden birkaç milyon kadar Kızılderili kalmışsa da, sona eren bir dönemin ihtişamını ancak George Catlin’in tablosunda olduğu gibi resimlerde görmek mümkün. Bu ressam 1830 yılında yerlilerin ülkesinde uzun bir seyahat yaptı. Bu gezisinde, (Hindistan kıyılarına çıktığını sandığı için Kristof Kolomb bu yerlilere “Hintli” adını vermişti) pek çok yerli tablosuyla geri dönmüştü.
Pocahontas’ın Hikâyesi
İngilizler Virginia’ya yerleşmeye başladıklarında (Sömürgeci göçmenlerin karaya ayak bastıkları her yerde hemen hemen aynı tavırla karşılaşılmıştı) yerliler onlara karşı iyi niyetli davranışlarda bulunuyorlardı. Jamestown’ın çevresine yerleşmiş olan Powhatanlar’ın şefi Wahunsonacock, 1608 yılında, on iki yaşındaki kızı Pocahontas’ı John Smith’e hediye etti. Bu romantik hikâyenin başlangıcı geçici bir anlaşmazlığa dayanmaktadır. Anlaşılması gûç olan bu Kızılderili şefi, İngiltere Kralı I. James’in basit bir kulu olmayı reddetmiş ve çok öfkelenmişti. 1 1608 yılının Aralık 1 ayında John Smith’i esir almış, boynuna ip geçirtip, önünde yerlerde sürükletmişti. Onu yakmak için odunları hazırlıyorlardı Ama kızı Pocahontas onun bağışlanmasını istedi. Olayı daha sonra John Smith bu şekilde anlatıyor. Genç kız İngilizler’le yerliler verecekti. Pocahontas, 1614 yılında tarım işletmecisi John Rolle ile evlendi, Londra’ya gitti ve 1616 yılında Kraliçe Anne tarafından kabul edildi.
Kızılderililerin En Soylu Kazancı
Avrupalılar 15. yüzyılda atı Amerika’ya getirdiler. Batı ovalarında atı kısa zamanda ehlileştirdiler ve Mississippi’ Rocheuses’e ve Saskatchewan’a, Texas’a kadar uzanan bölgede Siu’lar bizon avlarlardı. Yeni bir Kızılderili uygarlığı doğmuştu. Bizonların yok edilişiyle, radarla yapılan faşlardan sonra bu uygarlık ortadan kalkmıştı. At, çok kısa bir zaman içinde pek çok kabilede hayatlarının bir parçası haline gelmişti ve onların hayatında gün geçtikçe daha önemli bir rol oynamaya başlamıştı. Çok nadiren de olsa at, beyaz kadınları kaçırmakta da kullanılırdı. Çarpışmalar sırasında tutsak edilen bu kadınlar çoğunlukla köylerde kalırlar, saygı görürler ve toplumdan biri kabul edilirlerdi.
Karışık Evlilikler
Kızılderili erkek ve beyaz kadın veya beyaz adam ve Kızılderili kadın. Sömürgecilerle iyi ilişkiler içinde olmaya gayret eden Kızılderililer onlarla yakın ilişkilere girmekten kaçınmıyorlardı. Önceleri, bazen bu tip evliliklerden memnun olan Avrupalı yetkililer, kısa bir süre sonra, göçmenlerin “yabanileşmelerinden ” korkmaya başlamışlardı. Kilise Kızılderili geleneklerine göre evliliği kabul etmiyordu, yalnızca vaftiz edilmiş Kızılderili’lerle yapılan evlilikleri kabul ediyordu. Ama nikâhsız evlilikler özellikle Fransızlar arasında yaygınlaşmıştı. Bazıları, tuzakla avlanıp kürk ticareti yapan avcılar, değişik köylerden birçok yerli kadınla evleniyorlardı. Bu çiftler artık çevrenin sosyal ve kültürel bir parçası olmuştu. Kızılderili kadınlar beyaz kocalarıyla iyi anlaşabiliyorlardı, yerli bir kocayla evlenmiş olsalardı, o beyaz kocaları kadar iyi ve anlayışlı olamazdı. Yerli erkekler süt rengi tenli kadınları pek çekici bulmuyorlardı: Beyaz kadınlarla yerli erkekler nadiren evleniyorlardı. Tutsak edilen Avrupalı kadınların sayısı daha fazlaydı, bunlar bazen Mary Rowlandson’un yaşadığı olayda olduğu gibi bir Kızılderili aile tarafından evlat edinilirdi.
Bir Şefin Kılık Değiştirişi
Yeni Amerika’yı hayranlıkla izledikten sonra şef Wi-jun-jun garip bir biçimde giyinmiş olarak evine geri döndü. Başında şapkası, elinde şemsiyesi, yüksek topuklu çizmeleri ile garip bir biçimde giyeceklerini herkese göstermek ister gibi kasıla kasıla yürüyordu. Fıkra konusu olabilecek bu değişim 19. yüzyılda Kızılderililer’in kaderim sembolize ediyor. Göçmenler başlangıçta yerlilerin hayat şartlarına hayran olmuşlardı ama kısa bir zaman içinde kendi uygarlıklarını ve İtendi ticaretlerini onlara benimsettiler. Sömürgeleşme döneminin başlangıcındaki korkunç savaşlardan, soykırımlardan önce sömürgeciler, yerlilerin atalarından gelen geleneklerini ve yerlilerin hayat şartlarını kökünden değiştirmeye başlamışlardı Böylece Kızılderilile demiri daha çok kullanmaya başlamışlardı, taştan yapılma aletlerin yerini demirden aletler almaya başlamıştı, kemikten yapılan okların ucunu demir ok uçları almaya başlamıştı. Aynı şekilde kazanın yerini yavaş yavaş çanak çömlek almıştı. Deri elbiselerin yerine de örtüler, gömlekler, mantolar benimsenmişti. Özellikle, Kızılderililer’in toprakları ellerinden alınmıştı, yalnızca Pennslvania’daki Kuveykırlar, onların bu toprakların yasal sahipleri olduklarını kabul ettikleri için topraklan onlardan arasını ödeyerek, satın almışlardı.
Huronlar ve Irokualar
İrokualar birliği beş tapınaktan, kabileden oluşuyordu: Seneca, Cayuga, Onondaga, Dneida ve Mohawk. Wendat birliğine karşıydılar (onlar da dört kabileden oluşuyordu, Attinawaton ile Arendarhononda bu kabilelerdendi). Huronlar da bu grubun içinde yer alıyorlardı. Bu adı onlara müttefikleri olan Fransızlar saçlarının şeklinden dolayı vermişlerdi; onların fırça gibi dik kısa saçlarını görünce: ‘Ne biçim kazınmış kafa!’ demişlerdi.