Varsayalım ki aynı şartlarda devam ettiğimiz eğitim uygulayışlarıyla PISA’da birinci olduk. Olur olur. Peki bu müstakbel yaldızlı sonuç, bizi eğitimimizin içinde olduğu yapısal ve uygulanımsal sorunları düzeltmeye değer görmemeye mi yöneltsin? Yoksa şapkayı önümüze koyup özgün, esnek, işlevsel vesayiresel bir model/ler mi yapmalıyız? Amaçımız ve aracımız, işe koşulabilir insani ve fiziki durumumuz, var olan sahipliklerimizin yeterliliği ne? Öğleden sonraları ve hafta sonları etütlere doluşan çocuklar gençler neyin ceremesini çekiyor? TEOG, YGS, LYS… Ulusal sınavlar. Kurumlarımızca yapılan sınavlar. Eğitimi veren de bizim kurumlar. Denklemin verilenleri: Eğitimi veren biz, sınavı yapan biz, sınav sonucunda geleceğimiz dediğimiz bireyleri yoran biz. Hesap çok da karışık değil aslında. Sınavların ve eğitimin bazılıklarını değiştirsek? Peki bununla bitecek mi devasa sorun? Bir nebze evet! En azından öğrenciler daha az yorulacak. İlgisi belki resime, müziğe, spora yönelecek. Bireysel özgünlükleri ve ilgileri törpülenmemiş olacak. Durun hemen “e bunlar nasıl meslek sahibi olacak” diye yakınmayın. Sakinlik. Herhangi bir enstrüman çalabilen bir temizlik görevlisi, atlet bir memur, resmi hobi edinmiş bir inşaat mühendisi neden olmasın ki? Hem o zaman caddeler daha renkli sesli, daha hızlı işleyen bir iş yapısı ve daha estetik binalara sahip olamaz mıydık? Öyle ya Mimar Kemalettin’in Harikzedegan Apartmanları doksan dört yıldır zarafetiyle durmuyor mu Laleli’de? O da betondan ve demirden değil mi? Peki bunlara sahip olmak için bedel ne? Daha az ders saati, hafifletilmiş içerik, ezber yerine düşündüren eğitim/öğretim hedefi, etütsüz, hafta sonu kursuz, testsiz bir yaklaşım. Dikkat ettiniz mi? Saydıklarımda yeni bir yükletme yerini hafifletmeye dönük. Çocuk; kendi sınıfındaki, okulundaki, evindeki, sokağındaki problemi çözemezken yüz yıl önceki dünya savaşını ezberletmeye çalışmamız neyin karavanasıdır? Sınıf içi etkinliklerde ders etkinlik kitaplarıyla sınırlandırılan öğrencinin bir süre sonra bilimsel, sosyal, yazınsal, eğitimsel alanlardan kopacağını tahmin etmemek ne yaman bakışsızlıktır? Her gün dünyada binlerce yeni kitap basılıyorken kitaplıklarımıza hala ticari kaygılarla hazırlanan biçimce kalitesiz içerikçe daha da kalitesiz olan okuma kitapları koymak neyin nesidir? Sahi Fransa’da yüzlerce kallavi yazar varken bizde kaç? 3-5? İstanbul’un yanında esamesi okunamayacak(?) olan Prag’ın, Kopenhag’ın bizi sanatsal, fikirsel ve mimari yönden tur binderecek düzeyde olması sakın eğitimsel zihniyetimizden olmasın? Bize yeni bir bakış gerek! Yeni bir düşünüş! Kendimizle ilintili, kendimizle bütünleşik. Oturup düşünmeliyiz nelerliklere dair. Yurt kaçılan, okul gidilmek istenilmeyen, kitap okumak istenilmeyen, arkadaş paylaşılmak istenilmeyen, öğretmen/öğrenci sevilmeyecek olansa bayanlar/baylar biz bir yerde yaman bir yanlışlık yapıyoruz! Müneccim olmaya gerek yok şayet uçurumdan atlanılırsa sonucun ne olduğına dair! Yoksa siz hala fenin periyodik tabloyla, Türkçenin sözcük türleriyle, resimin sayfanın ortasına ev ve dere çizmekle yerine getirildiğini düşünenlerden misiniz? Çok geç olmadan.. Çok güç olmadan…
Aydın MERAL
7 Aralık 2016