İnsan bilişi doğrusal değil, düzlemsel bir gelişim, üretme ve birleştirme eğilimi gösterir şayet herhangi bir şekilde baskılanmamışsa. Ülkemizde gözlemlenen ya da bilimsel içerikli taramalarda beynin, üretimsel süreçlerini sekteye uğratan nedenlerin başında çoktan seçmeli testlerin son yıllarda yaygınlaşması gelmektedir. MEB’in çoktan seçmeli sınav sistemini uygulaması bir noktaya kadar kabul edilebilir: öğrenci sayısının fazlalığı, zaman darlığı, ulusal çapta istenilen düzeyde bir standart yakalama… Bu gerekçeler bile aslında iyi yönetilmiş bir mekanizma ile bertaraf edilebilecek durumlardır.
Biz yazının asıl bağlamına dönelim çünkü çoktan seçmeli test eğilimi artık bilişsel erozyonun başlatıcı konumundan çıkıp sürdürücü bir noktaya gelmiştir. Etüt merkezleri ve dershanelerde filizlenen bu akım, şu an okullarımızın hemen hepsine yayılmış ve biliş yontucu bir güce ulaşmıştır. Bilişin yanında, öğrencinin duyuşsal, sosyal, psikolojik ve akademik alanlarına da zarar vermeye başladı çünkü gelişim bütün ve iletişik bir yapıdır. Özellikle eğitimcilerimizin, “sınava mantığına alıştırma”, “işlem hızı kazanma”, “iyi bir eğitim kurumuna yerleştirme” gibi gerekçelerle öğrencilere dayatılan test, bırakın yukarıdaki alanları geliştirmeyi öğrencilerin motivasyonunu düşürücü, onları yoran, umutsuzlaştıran ve en önemlisi de renkliliğini ve biricikliğini ortadan kaldıran bir yapıya bürünmüştür. Bunun nedeni, testlerin öğrencinin düşünüm aralığını sadece birkaç seçenekte sıkıştırmadır. Oysaki yaşamın en dar bağlam alanı bile bireyin karşısına yüzlerce değişik ve karmaşık problem durumu çıkarıyor. Okul gibi devasa bir bütünlük ise sadece birkaç yapay durumla sınırlamaktadır.
Çağcıl eğitim sistemleri ölçme ve değerlendirmede sonuçsal süreci bırakıp süreçsele odaklanmakta ve bu değişim beraberinde gönderimsel öğelerin olduğu, eleştirelin, sorgulamanın, yaratmanın, dönüştürmenin başat uygulayıcı olduğu bir eğitim iklimine geçilmiştir. Sınavların tek tip olması her biri ayrı bir çeşitlilik olan öğrencilerin de bir süre sonra benzeşmesine neden olmaktadır. Bu benzeşmede ise yitense fikir, duyuş, empati, hoşgörü, anlama ve anlatma aralığı, toplumsal duyarlılıktır. Açık uçlu tek bir soru bile dalgalamalarla sınıf ortamında onlarca yeni soru ve düşünmeye yönlendirebilecek güçtedir. Öğretmenin sınıfta: “Çocuklar, okulun bahçesinde bir kedi gördüm, bana bakıyordu. Sizce kedi bana bakarken ne düşünüyor olabilir?” gibi basit, yaygın, güncel, öğrenciye yakın bir soruyu yanıtlmayacak bir öğrenci yoktur. Hemen hepsi bu soruyu kendi duyuş ve deneyimine göre yanıtlayacaktır. Başlatıcı olan bu basit soru, bir süre sonra sınıf içi içeriğin gayet nitelikli bir hal almasını sağlayacaktır. Bunun oluşturulması beraberinde sınıf içi iletişimi, yönetilebilir bir sınıf grubu ve özbenliği gelişkin bir öğrenci prfofili yaratacaktır. Hazırladığım bir açık uçlu sınavda sorulardan biri: “Sence sen dünyaya niye geldin?” idi. Öğrencilerimden biri parmak kaldırıp: “Hocam, bu soruya dini açıdan mı cevap verelim yoksa bilimsel açıdan mı?” diye bir soru sordu. Basit ve hemen her yerde karşılaştığımız bir soruya öğrencinin birkaç disiplin alanını içine alacak bir soruyla karşılık vermesi açık uçlu sorularının muazzam açımlama olanağından gelmektedir.
14 Kasım 2016